Röportaj / Bora Öztoprak

Bora Öztoprak keyifli röportajı ile Klas Yaşam'da!

Sizin gibi yetenekli ve başarılı bir ismin müzik yolculuğuna nasıl başladığı, bu yeteneğini nasıl keşfettiği bilgisi çok değerli, müzik meraklılarına yol gösteriyor bu yüzden bu soruyla başlayacağım.

Aslında kendimi bildim bileli müzik hep var içimde, çok klâsik olacak ama 5 yaşımdan beri şarkı söylüyorum, içimde müziğin olmadığı hiçbir anı hatırlamıyorum. Ben müzik yapıyormuşum, şarkı söyleyebiliyormuşum diye bir aydınlanma anım yok, bu hep vardı içimde, adımın Bora olduğu kadar benimle birlikteydi. Dolayısıyla bu yeteneğimi ben keşfetmedim, o benimle birlikte geldi. Yeteneği keşfetmek değil de müzik yolculuğuna başlamak konusunda da babamın çok önemli bir katkısı var. Küçük yaşlarda yeteneğimi keşfedip bana enstrüman desteği verdi, ortaokulda bana durup dururken bir klavye alıp geldi, ne doğum günümdü ne de bayram seyran. Ve ben 10 yaşlarımdan itibaren onunla yaşamaya başladım, 5 dakikam bile onsuz geçmedi. 16 yaşımda da doğum günü hediyesi olarak gitar aldı. Dolayısıyla müzik yolculuğumda hem keşif hem de destek babamdan geldi diyebilirim.

Peki, beste yapma yolculuğu nasıl başladı, merak ediyorum bu kadar genç yaşta çalışarak deneyerek mi çıkıyor bu nağmeler yoksa öylece dökülüyor mu?

Küçük yaşlarda enstrüman çalmaya başlayınca ilk şarkı denemelerimde ortaokulun başında babamın aldığı o klavye ile başladı. Kendi fikirlerimi enstrümana çok küçük yaşlarda dökmeye başladım. Sonra gitarla tanışınca yaşımda biraz büyüyünce sürekli gitarla yaşayarak hatta onunla yatarak şarkılar bestelemeye başladım, bugün klasik olan seni seviyorum şarkısı da 17 yaşlarımda yazdığım bir şarkıydı, tabi albüme girdiğinde epey revize olmuştu ama temelleri 17 yaşımda atıldı. Deneyerek çıkıyor aslında nağmeler, sen öylece dökülüyor diyorsun ama öylece dökülenler o yaşlarda beste sayılmıyor. Birtakım denemeler yapmış oluyorsun sonra biraz daha büyüyüp müziği tanıyınca o besteleri revize ediyorsun, adam ediyorsun, daha çok dinliyorsun, öğreniyorsun. Öğrendikçe biraz daha düzgün hale geliyor dolayısıyla evet deneyerek çıkmış besteler.

Çok genç yaşta, tek başına profesyonel müziğe adım atmak büyük bir cesaret ve özgüven gerektiriyor, zor muydu o dönemler?

Evet doğru genç yaşta profesyonel müziğe adım atmak hem cesaret hem de özgüven gerektiriyor, dediğim gibi 16 yaşımda gitarımı aldım ve kısa bir süre sonra sahneye attım kendimi ve orada babamın bana olan desteğini bir kez daha söylemek zorundayım. Sahneye çıktığım ilk gece iş çevresinden ne kadar tanımadığım arkadaşı varsa hepsini mekân dolu görünsün ve motivasyonum yüksek olsun diye oraya toplamıştı. Çok değerli bir destekti. O dönemden itibaren sahne benim için vazgeçilmez oldu. Evet çok küçük bir yaş, dejenere olmak için de elverişli bir yaş ama benim hayatımda önceliğim hep müzik oldu, gece hayatının, müziğin bohemliğinin vermiş olduğu özgürlük ve kanı kaynayan genç bir insanın kapılabileceği heveslerden öte, bana sadece müzik yapabilme ve bunu insanlara anlatabilme fırsatı veriyordu. O gün de öyle bakıyordum bugün yine böyle bakıyorum. Tek başına diye sormuşsun soruda ama tek başıma değildi bu yolculuk henüz 20’li yaşlarıma varmadan babamdan sonra yine çok önemli insanlar elimden tuttular. O dönemlerde ilk profesyonel kontağımı Zeynep Talu olarak söyleyebilirim, çok destek olmuştu o dönemlerde bana, tek gitar çalmaya devam ederken, albüm çıkarma fikri ortada bile yokken bir TV programına çıkarmıştı beni. (Kanal D’de bir gençlik programıydı.) Bir sürü yerde sahne almamı sağlamıştı. Hatta sonra bir albüm teklif etti. İlk albüm teklifimi ondan aldım ama ben o dönemde üniversiteye başlamıştım ve biraz korkmuştum, daha müzik benim kariyerim mi değil mi emin bile değildim. Sonra karşıma İlhan, Burhan ve Gökhan ŞEŞEN çıktılar. Üçü de ayrı ayrı hayatımın birer dönüm noktasıydı. Albüme İlhan ŞEŞEN ile başlayıp Burhan ŞEŞEN ile devam ettik. Yani tek başıma yürümedim ben bu yolda hep bir desteğim vardı.

Sahnenizden mutsuz ve memnuniyetsiz ayrılan bir kişi bile görülmemiştir, ben konserlerinize gelen insanlardan hep o nasıl bir sahneydi, bambaşkaydı, her duyguyu yaşadık gibi cümleler duyuyorum, sahne aşkı bitmiyor hiç değil mi?

Konserlere gelen dinleyicilerin bu yorumları yapmış olması tabi çok memnuniyet verici beni inanılmaz motive ediyor. Sahne aşkı elbette bitebilecek gibi bir şey değil özellikle bu dönem. 1 seneyi aştı sahnelerden uzak kalalı, belli ki 1 sene daha sahne yapmayacağız, öyle görünüyor, bu mecburi ara Leyla ile Mecnun dramına dönüştü, öyle bir aşk sahne aşkı, tutkusu, özlemi, kavuşamama hissi, her şeyiyle kocaman bir aşka dönüştü. Ben sahnede zaten her duyguyu yaşamaktayım. Sahne benim evim gibi evimden farklı düşünemiyorum, evim kadar rahat olduğum bir yer, çok küçük yaşlardan beri insanlara şarkı söylemeye o kadar alışkınım ki her şarkının duygusunu dinleyiciler ve müzisyenlerimle birlikte yaşıyoruz. Sahnede profesyonel olmak çok önemli ancak bütün profesyonel ihtiyaçlar karşılandıktan sonra provalar, yetkinlikler gibi ondan sonrası seyirci ile iletişimdir. Ben bütün seyircilerimin gözlerine bakarım en önde oturanın da en arkada oturanın da, kimin ne için orada olduğunu, hangi duyguyu yaşadığını bilirim, gecenin sonunda her şeyi biliyor olurum indiğimde.30 küsur parça söylerim sahnede bir gecede, belki 300 kişiyi de aynı anda gözlemlerim. Bu sahne deneyimi bambaşka bir şey. Hastalığınızı unutursunuz, mutluluğunuzu mutsuzluğunuzu dışarıda bırakırsınız sanki bir uzay kapsülünün içine girmiş gibi olursunuz. Hayattan izole olmuş gibisinizdir. Hep bu örneği veririm ben babamı toprağa verdiğim gün sahneye çıktım başka türlü tedavi olamazdım, genç yaşında kaybetmiştik. Ben de gençtim. Sahne benim terapi yerimdir aynı zamanda, aklımı da ruhumu da tedavi eden muhteşem bir paylaşım alanıdır.

90’lara damga vurmuş, şarkıları dillerden düşmeyen bütün yıldızlar bir dönem küskünlük yaşadı müzik dünyasına. Bunun asıl sebebi ne sizce?

Bir nevi küskünlük gibi göründü dışarıdan aslında değişime adaptasyon süreciydi o bence. Yani şimdiki zamandan bakınca öyle görünüyor, benim de 2002-2007 arası çok ciddi bir molam var hatta tam tarihi olarak bilemedim şimdi ama sanırım 98 ve 2002 arasında da bir boşluk dönemi var. İlk boşluk dönemimde yapımcı krizim vardı ki bu kriz kariyerimin başından itibaren hep oldu, ikinci boşluk dönemimde ise müzik sektöründe çok şey değişmişti, bu değişime adapte olma, yeniyi anlama, yeni ifadeleri, yeni müzik biçimlerine kendini adapte etme biraz zorlu oluyor bunu biraz küskünlük olarak yaşıyorsunuz gerçekten. Haldır haldır yeni insanlar çıkıyor, dünya dijital müziğe dönüyor, dijital müzik derken sanat olarak demiyorum satış alanı olarak dijital mecralar giderek çoğalıyor ve siz orada kendinize 90’lardaki gibi önemli zirveler bulmak için biraz çabalıyorsunuz. Dolayısıyla o bir küskünlük gibi görülmüş olabilir bazı müzisyenler de gerçekten o dönemde kapandılar ve yok oldular başka meslekler seçtiler oysaki müzik bugün çok daha büyük şeyler vaat ediyor. Bakmayın pandemide en büyük dayak yiyenin müzisyenler olduğuna hatta tek dayak yiyen diyebilirim bunu iddia ederek de söylerim, herkesle de tartışırım, gerçekten tek dayak yiyen müzik ve müzisyenler oldu bu süreçte ama önümüzdeki yıllarda daha da büyük resimler daha da büyük değişimler vaat ediyor müzik. O yüzden küsmenin anlamı yok atakta olmak lazım ve bunu ben anladığım için çok mutluyum o dönemde adapte olma sancısı küskünlük gibi görülmüş olabilir ama sanırım çabuk anlayıp, çabuk toparlanıp, çabuk adapte oldum.

Her müzisyenin hit olmuş şarkılarının yanında hakkettiği ilgiyi görmemesine içerlediği şarkıları vardır, bize önerebilir misiniz birini?

90’lar sürecinde çok fazla hit olmasını beklediğim ama yeterince hit olmadı dediğim şarkım yok ama 2000’ler sürecinde var. Çünkü dediğim gibi orası bir değişim bölgesi yani kaset ve CD’lerden dijital mecralara geçtiğimiz bir dönem, teklilerin artık öne çıktığı bir dönem. 90’larda kaset yaparken zaten bilirdiniz hangi şarkıyla çıkışı yapacağınızı genelde kasetin A ve B yüzünün ilk şarkıları hit olurdu, diğer şarkıları da insanlar albüm içinde dinler ve severlerdi ama büyük bir patlama beklenmezdi o şarkılardan. Şimdi yeni dönem üretimlerde ise öyle değil sadece bir şarkı çıkıyor ve “Ben bu dönem bu şarkıyı yaptım, bunu dinleyin.” deniyor. Dolayısıyla çok fazla yeni isim, yeni şarkılar çıkarıyor hepsi de hit olmuyor. 2000 sonrası dönemde yaptığım albümümdeki “Gidiyorum” şarkısı patladı şimdi bir klasik oldu hatta ama o albümde “Beddua” isimli bir şarkım vardır mesela o biraz gölgede kaldı o dönem daha büyük bir patlama beklerdim. 2013 yılında çıkardığım albümde “Debelendik” çok iyi bir slow şarkıydı ve ben albümün bir numaralı hiti olur diye düşünmüştüm ama beklediğim patlamayı o da yapmadı. O albümde “Çetrefilli Yollar” ve “Eylül” şarkısı beklediğimden çok daha iyi performanslar gösterdiler. Yani o albümün bir numaralı slow şarkısının “Debelendik” olduğunu düşünmüştüm ama “Eylül” oldu. Ama yine de şarkılar boşa gitti diyemeyeceğim, o şarkılar da zaman içinde dinlenip çok sevildiler, sahnede çok istek alan şarkılardan biri hâlâ Debelendik. Zaten benim şarkılarım böyle çıktığı yıl, çıktığı an büyük tirajlar yapan şarkılar olmadı hiç “Seni Seviyorum” buna dâhil. Zamansız şarkılar olduğunu anlıyoruz buradan, bu güzel bir şey. “Seni Seviyorum” albümü de yıllar içerisinde bu noktaya geldi şimdi son çıkarttığım işlerde de hep öyle oluyor, Spotify’da bir yıl içerisinde milyonlara ulaşıyor, bu da enteresan bir mecra…

Üzerine yıllarca çalışılan, büyük emek, özveri isteyen albümler eskilerde kaldı gibi. Artık dijital platformlarda yayınlanıyor şarkılar siz de, sizin dönemden en kolay adapte olan isimlerden oldunuz, bazıları işlerinin çok kolaylaştığını söylüyor, bazıları da bu kadar şarkı arasında sesini duyurmanın daha zor olduğunu. Sizin fikriniz nedir?

Ben yine her dönemin kendine göre zorlukları ve kolaylıkları olduğunu söyleyenlerdenim. Mühim olan çağdaş kalmak adapte olmak çünkü müzisyenseniz eğer başka bir ifade biçiminiz yoktur müziğinizle ifade edeceksiniz. Dolayısıyla bugün müzik böyle dinleyiciye ulaştırılıyor. Günümüz şartlarına göre davranmak zorundasınız, her şeyi ben biliyorum diyerek bütün eski ezberlerle işinizi yapmak yerine daha genç yeni kuşaktan insanlarla işbirliği yapıp onların fikirlerine daha çok yer vermek daha çok alan açmak sizi bugüne adapte eder ve hep çağdaş kalırsınız. Sorunun başında da büyük emek ve özveri isteyen albümler eskilerde kaldı demişsin tam tersi bunların dijital platforma geçişiyle sonsuza uzandı artık albümler.Yani herkesin her neslin, her an elinin altında olan her yerde çalınan şarkılar oldu 90’lar şarkıları. Baksanıza şimdi 90’lardan başka şarkı mı çalıyor kulüplerde barlarda Allah aşkına, albümler eskilerde kalsaydı bunları duymazdık sadece yeni çıkan genç arkadaşları duyardık. 90’lar daha özgür bir dönemdi, daha fazla müzik üretiliyordu evet tarz zenginliği yoktu, artık çok ciddi bir tarz zenginliği var, genç nesil yeni müzikler üreten şarkı yazarları, yeni aranjörler daha fazla dünyaya bakıyorlar daha fazla dünya ellerinin altında. Dolayısıyla soundlar çok çeşitlendi tarzlar çok çeşitlendi o yüzden ben bu dönemin doksanlardan kıyas kabul etmeyecek kadar daha iyi olduğunu düşünenlerdenim. Annemle babam ve arkadaşları 30’lu 40’lı yaşlarında iken 60’lara 70’lere dönüp bakarlardı. Ah Nerede 60’ların 70’lerin şarkıları diye. E şimdi baktığınızda 30’lu 40’lı yaşlardaki insanlar 90’ları düşünüyorlar. Çünkü 90’ları övüyorlar işte (gerçi el üstünde tutamıyorlar) çünkü şarkılar paylaşınca anlam kazanır. Yani sizin hayatınıza eşlik eder şarkılar daha 2000’li yıllarda çıkan şarkıların insanların hayatına eşlik edecek vakti olmadı henüz ama 90’lı yılların şarkıları insanların hayatlarına eşlik ettiler. Biraz böyle eski aile albümüne bakmak gibi bir şeydir eski şarkıları dinlemek o günün ruhunu hatırlarsınız o gün içinde bulunduğu geçtiniz sokağı hatırlarsınız sevgilinizin kokusunu hatırlarsınız, arabanızın kokusunu hatırlarsınız ya da ne bileyim İstanbul’dan Eskişehir’e yol yapmışsınızdır onu hatırlarsınız. Dolayısıyla şarkıların değerini biraz yaşanmışlıklar belirler. O yüzden daha bu dönemlerde ortaya çıkan şarkılara şans tanımak lazım onlar da büyük emek ve özveri ile yapılıyorlar ve bence hatta daha çok üzerinde düşünülüyor şarkı sözlerinin.  Soundların yazılacak orkestrasyonun veya orkestrasyon yoksa yeni bir elektronik çağ var mesela elektronik seslerde o kadar çok kompozisyon var ki o elektronik müziklerini içerisinde daha fazla kafa patlatılıyor aslına bakarsanız. Buna bizim eski kuşak çok itiraz ediyor ama burada itiraz edecek bir şey yok adapte olmak lazım ya adapte olacağız ya da bizim kuşağın bilgilerini gençlerle paylaşacağız onlar o bilgileri nasıl istiyorlarsa öyle kullanacaklar yani illa bizi dinlemek zorunda değiller.

Yeni çıkan şarkınız “Cüzdan” çok neşeli ve keyifli bir şarkı olmuş, tam yaz yolculuklarına, eğlencelerine ortak olacak bir şarkı. Biraz anlatır mısınız sürecini, bir de başka şarkı var mı gelecek?

Evet, bu yıl da geleneği bozmadık, bu yıla da bir single yetiştirebilirdik ne mutlu bana. Pandeminin ortasında da single çıkarmışken bu yıl çıkarmazsak ayıp olurdu. Hatta bu yıl 2 tane birden geliyor, biri söylediğiniz gibi geçen cuma çıktı, “Cüzdan” çok severek yaptığımız bir şarkı oldu, klibi ise benim terabaytlarca aile kamerası ve telefon kamerası çekimlerimin arasından Uğur Turhan tarafından kurgulandı. Çay kaşığıyla tünel kazmak gibi bir emek gerekti. Ama benim de dostlarımızın da en duvarsız halleri ile çok samimi bir iş çıktı ortaya. Ailem ve dostlarım için bir arşiv niteliğinde diyebilirim 🙂 İkinci şarkım ağustos sonuna doğru gelecek. Önümüzdeki sene her şey açılır ortalık rahatlarsa bir albüm neden olmasın, bir albüm çılgınlığı neden yapmayayım 🙂 Aslına bakarsan 2013’ten bu yana her yıl en az 1 single çıkartarak geliyorum bunu da bozmak istemiyorum gücüm kuvvetim yerinde olduğu sürece. Bu soruya küçük bir künye de ekleyeyim. Bu yeni çıkan 2 şarkının sözlerini de Mert Carim yazdı ilk defa beraber çalışıyoruz. Son dönemde çok güzel şarkılar yazıyor, besteleri bana ait ve gene son 2 senedir de olduğu gibi sevgili Hakan Süersan düzenlemelerini yaptı. Ada Müzik’ten çıktı single diğeri de Ada Müzik’ten çıkacak bu jeneriği de vermiş olayım.

Astronomi ve Uzay bilimleri mezunu olmak nasıl bir his 🙂 Bu kadar zor bir bölümde yüksek lisans yapmak hâlihazırda severek yaptığınız bir mesleğiniz varken zor olmadı mı, hep böyle azimli midir Bora ÖZTOPRAK?

Sorunun sonundan başlayayım azimli miyim bilmiyorum ama başladığım bir işi bitirmeyi severim. Bir şeye karar veriyorsam gerçekten kendimi o sürece hazırlarım ve derim ki ben buna karar verdim ve sonuna kadar götüreceğim, bunun için bu kadar zaman ve bu kadar emek lazım. O saatten sonra geri dönüşüm yoktur. Genelde bir kararı vermem çok zordur benim. Onun için azim biraz kararlılık işidir, ben biraz kararsız bir tipim, karar verdikten sonraki kısımda da inatçıyımdır. Astronomi Uzay Bilimleri mezunu olmak biraz bizim yükseköğretim sistemimizin bir sonucu. Ben lise hayatımda matematik, fizik ve kimyaya daha çok ilgi duyan bir öğrenciydim tarih-coğrafya çok sevmezdim, hocalarımı çok sevmekle beraber. Dolayısıyla sayısal alanda tercihimi yaptım, maalesef üniversite sınavında o kadar çok başarılı olamadım sınav sıralaması düşük puana sahip bir yerde Astronomi ve Uzay Bilimleri Bölümünü kazandım. İlk yıl açıkta kaldım çünkü lisedeki hocalarım sen böyle bir öğrenci değilsin en azından İTÜ’ye girmen gerekir dediler ve tercihimi sildirdiler. Ertesi sene aynı puanla aynı bölüme girdim, çünkü annem sildirmedi tercihimi bu defa önce çok üzüldüm oraya girdiğim için, epeyce yüksek bir puanla girdim ilk tercihlerimle arada 40- 50 puan vardı. İlk yıl adapte olamadım hiç çok istediğim bir bölüm olmaması dolayısıyla. Astronom, bilim adamı olmak gibi bir isteğim ve heyecanım yoktu. Ama 2. yıldan sonra fark ettim ne kadar önemli bir yer olduğunu, ne kadar farklı, ne kadar özellikli bir yer olduğunu anlamaya başladım. Tabi ilk yıl böyle umarsız geçince çok alttan dersim oldu, ikinci yıl bunlarla boğuştum. 3. yılımda üniversitenin albüm çıktı, 3. Yılda Burhan ŞEŞEN’le beraber meşhur ilk albümü yaptık ve ben okula gidemez oldum çünkü okula arabayla almıyorlardı bizim İstanbul Üniversitesi’ne hala da bildiğim kadarıyla öğrenci arabası ile giremiyorsun dolayısıyla okula toplu taşıma ile gitmek zorundaydım ama çok zorlu oldu bu. Çünkü şarkı patlamıştı bayağı büyük tanıyordu beni insanlar, yolda yürüyemiyordum, albümün tuttuğunu orada fark ettim, o zaman anlamıştım ünlü olduğumu zaten işler çok fazla yoğun olmaya başlamıştı bir de kendini tanıtmaya çalışıyorsun her gelene gidiyorsun işte her televizyon programına her röportaja her fotoğraf çekimine. Dolayısıyla okuldan koptum ister istemez hem okula ulaşma zorluğu hem de dediğim gibi yoğunluk nedeniyle. Daha sonra atılmak üzereyken okuldan bir af çıktı ve bu çok değerlidir buna yer verirsen sevinirim, o zaman bizim bölüm başkanımız olan fakülte dekanı Profesör Dursun KOÇER af çıkınca bir mail attı bana. O zaman e-mailler çok yeni, bir sabah kalktığımda Profesör Dr. Dursun KOÇER’den mail gelmiş. Özetle af çıktı senin notlarına baktım geçmişine baktım iyi bir öğrencisin ama işte astronomi ve sanat çok önemli, ünlü bir sanatçının astronomi mezunu olması bizim bölüm için, bölümü anlatmak için, bu bilimi anlatmak için çok değerli senin mutlaka okula dönmen lazım. Gel bir konuşalım falan gibi böyle son derece motive edici ve heyecanlandırıcı bir mail aldım ve koşarak okula gittim. “Niye dönmeyi düşünmüyorsun?” dedi, hocam çok rahatsız ediliyorum ben (aslında ayıp bir şey ama gerçekten çok tanınıyordum ve hakikaten okula gitmeme imkân yoktu) işte imzalı resminiz var mı ya da Bora ÖZTOPRAK’ın otobüste ne işi var falan diyor insanlar, okula arabayla da giremiyoruz dedim, bunun üzerine Dursun Hoca okula arabayla girebilmeme imkân sağladı ve ben öylece okula döndüm. Müthiş bir motivasyondu gerçekten de. Bir de şunu ispatlamak zorundaydım, benden iki sonraki kuşak girmişti artık okula yani benim yaşımdan 5-6 yaş küçük öğrenciler vardı ve çoğu da hayranımdı. Bende mecburen derslere çok asıldım çünkü ünlüyüm diye geldim hani bir torpil gösteriyorlar bana gibi görünüyordu. Çok asıldım derslere, çok saygıdeğer bir hocam daha vardı Sevgili Füsun LİMBOZ, hala da görüşürüm çok sevdiğim bir insan, onun derslerine çok ilgi duydum bunun için de yüksek lisans yapmaya onunla beraber karar verdim. Ve bayağı bir Astronomi ve Uzay Bilimleri benim hayatımın bir dönem merkezini kapladı. Yüksek lisans sırasında yurt dışından gelen bilim adamları ile çalışma şansımız oldu, çok ilginç bir deneyimdi ve bu dönem benim işte az önce bahsettiğim o 2002-2008 arası boş, üretmediğim, albüm yapmadığım, yeni döneme adapte olmaya çalıştığım döneme denk gelir. Dolayısıyla hayatımın o dönemini Astronomi bölümü kaplıyor.

Çok mutlu ve tatmin edici görünen bir özel hayatınız var, ruh ikizinizi bulmuş gibisiniz, Çiçek Hanım’la yetenekli, yakışıklı ve mutlu bir oğlunuz var üçünüz de birbirinizin seçimlerine saygı duyan çok güzel ve sıcak bir aile tablosu çiziyorsunuz, hep böyle şanlı mısınız?

Öncelikle teşekkür ederim, evet mutlu bir özel hayatım var gerçekten. Sorunun yine sonundan başlayayım. Hayat bana çok şans tanıdı şans kapıları açtı ben de bunun birçoğunu görmeyi başardım sanıyorum. Burada hayatın açtığı şansları görmek önemli. Bir dönemim var bütün dünyaya öfkeli olup kendimi kapattığım ama her ne olursa olsun insanın size sunulanları görebilmesi en büyük şansı bence. Yani hayat size doğru seçimlerin hangisi olduğunu da gösteriyor bazen, onları görebilmek doğru seçimleri yapabilmek bence insanın en büyük avantajı. Çiçek de öyle bir şanstı işte ve o şansı seçmek de önemliydi yani dönüp arkana gidebilirsin de her zaman bu seçenek mümkün, çok arkadaşım var öyle, doğru insanı bulup hala biraz daha bekleyelim bakalım ya da zamanı değil, doğru zaman değil falan diye düşünen insanlar. İnsanın beklediği şanslar hiçbir zaman doğru zamanda çıkmıyor karşısına. Bazen zaman karışık oluyor yani ne bileyim hayatınızı gerçekten değiştirecek köşe taşları dönüm noktaları karşınıza çıktığında, bu fırsatı değerlendirmek lazım o yüzden de.  Evet ruh ikizimi bulmuş gibi değilim öyleyim zaten. Ruh ikizimizi bulmuş vaziyetteyiz karşılıklı ve de zaman içinde de yaşanmışlıklar, birlikte yol yürümek, birimiz düştüğünde diğerinin de elini tutması gibi o kadar çok yaşanmışlık var ki gerçek bir hayat arkadaşına dönüşüyorsunuz. Yani ilk tanıştığımızda ilk rastladığınızda, ilk aşk, ilk kıvılcım bunlar etrafı fanusla çeviren duygu halleri ama uykudan uyandığınızda doğru insan olduğuna karar verdiğinizde işte hayatınızın en doğru seçimini yapmış oluyorsunuz. Dolayısıyla evet hayatın verdiği şansları görebilmeyi başarmak, mutlu bir hayatım olmasına sebep oldu. Yetenekli, yakışıklı ve mutlu bir oğlum var onun adına da teşekkür edeyim. İşte demin sorduğun sorudaki azim tamamen Ardahan’ın adının örnek olabilecek bir sıfat. Azimli bir çocuk, kendi yeteneklerini keşfetmesini bilen ve bunun üzerine de emek veren, sadece yetenekleriyle yol yürüyen değil onun üzerine de çalışan bir adam. Artık 23 yaşında bir insan olduğu için o bir adam yani artık toplumun içinde bir insan ve hem müziğe hem de tiyatroya yeteneği var. Aynı zamanda hem öğrenci hem de çalışıyor. Evet şanslıyım.

Oğlunuz Ardahan’ın da çok şanslı olduğu kesin, sanatla iç içe doğup büyüdü, haliyle çok yetenekli bir genç, müziğe mi daha yakın tiyatroya mı?

Birkaç kez şanslı olduğunu ifade ettiğini duydum o yüzden teşekkür ederiz. Tabii sanatla iç içe her an, iyi anlar, iyi takip eder çok küçük yaşlardan beri tiyatro eğitimi aldı, müzik eğitimi de aldı. Daha sonra kendi aklı ermeye başladığı, kendi ayakları üstünde durmaya başladığı dönemden sonra da bunlara hep kendi karar vererek kendini geliştirecek olan alanlara yöneldi. Piyano, şan dersi ve oyunculuk atölyeleri gibi pek çok yere katıldı, sertifikalar aldı, kendini geliştirmeye devam ediyor. İlk başlarda müzikle daha yakın gibiydi ancak şimdi artık kendi kararını alabiliyor, hangi yolda yürüyeceğinin kararını vermeye daha yakın yaşlarda olduğu için şu anda artık oyunculukla daha yakından ilgileniyor. Onun dışında tabi üniversite öğrencisi. Reklamcılık ve Psikoloji çift ana dal yapıyor yurtdışında çalışıyor, gidiyor geliyor kendi hayatını orada kazanıyor ve muhtemelen de orada devam edecek bakalım, yeni nesil zaten çoklu becerilere sahip bir sürü çoklu işlem yapabiliyorlar, pek çok şeye bulaşabiliyorlar, pek çok konuda kendilerini geliştirebiliyorlar ve Ardahan’da yeni neslin iyi örneklerinden biri.

Son dönemlerde artan aile içi şiddet ve kadın cinayetleri konusunda sizin gibi örnek bir eş ve babanın fikirleri çok önemli, vardır birkaç kelamınız…

Şiddet üzerine konuşmak o kadar zor ki, bir sosyolog değilim ama şiddetin her türünü lanetliyorum. Kadına şiddet sadece fiziksel şiddetten ibaret değil, duygusal şiddet taciz, yolda yürüme güvensizliği, cinsiyetini saklama bunlar da şiddet. Kadına yönelik bir baskı ve ayrımcılık söz konusu sadece biz de değil bütün dünyada böyle sistematik bir durum var. Bir gazetecinin sözlerine atıfta bulunacağım. Toplumdaki iktidarını kaybeden erkeğin bu iktidarı kazanma mücadelesine tanık oluyoruz diyor çağ olarak. Gerçekten erkeğin toplumdaki iktidarını artık görmek istemiyorum. Uzunca bir dönem pozitif ayrımcılığa ihtiyacımız olduğumuza inanıyorum. O kadar nefret geldi ki artık, kollarını açıp bize ters diye konuşan erkek söylemlerinden o kadar midem bulanıyor ki en küçük yerin yöneticisi bile erkek görmek istemiyorum. Erkekler de şiddet görüyor diyen densizleri nereye havale edeceğimi bilemiyorum. Bu konuda alınacak önlemler çok hızlı, doğal, basit ama niye alınamadığı konusunu anlayamıyor bir sosyolog ya da otorite olmadığım için yorum da yapamıyorum. Ama bu konuda çok yorgunum, kendi hemcinslerim adına kafamı yerden kaldıramıyorum diyebilirim.

Bir de hayvan hakları yasası var gündemde, sizin de evde bir can dostunuz var sanırım, canlıların yaşam hakkını savunmak için bu kadar gönüllü varken bu kadar zor olmamalı bir yasayı çıkarmak, ne düşünüyorsunuz bu konuda?

Bende buna katiyen anlam veremiyorum. Bunlar kadına şiddeti engelleme, kadın cinayetleri aile içi şiddet, kadın hakları, hayvan hakları, cinsel yönelimlerle ilgili ayrımcılık… Bunlar siyaset üstü mevzular, bunlar insanlığın onuruna aykırı. Benim onurum kırılıyor bunları gördüğümde, yani bir hayvanın yaşama hakkının T.C. yasalarında bulunması kimi neden rahatsız eder hiç aklım almıyor, ben hep bir evimde bir hayvanla büyüdüm. Ardahan da öyle büyüdü, biz Çiçek ile evlendiğimizden beri hep evde bir kedimiz var. Peluş canımız ciğerimiz, o bize baktığı zaman içimiz eriyor, kılına zarar geldiği zaman bizim evimizin içinde aile fertlerinden birine zarar gelmiş oluyor, sokakta bir hayvana tekme atıldığı zaman aklımı kaçırabilirim. Bu son derece insani bir duygu, buna neden muhalefet edilir anlamak mümkün değil, insan vicdanı ile bunu tarif etmek mümkün değil. Ayrıca şunu söylemeden de geçmeyelim, hayvan hakları konusunda çalışan Ankara’ya gidip gelen arkadaşlarımız da var Yonca EVCİMİK mesela, onlarla gurur duyuyorum. Her seferinde çıktı çıkıyor deniyor ama çıkmıyor, bu konuda muhalefet gelişmesi kabul edilir değil.

Pandemi dönemi sahnelerden epey uzak kaldınız bu süreci nasıl değerlendirdiniz?

Benim için pandeminin en zor koşulu sahneden uzak kalmak ve hala daha adapte olabilmiş değilim. Bu süreçte çok şey yapmaya çalıştık müziğimiz adına ve hayatta kalmak adına, ilk başlarda biraz eve kapandık 8-10 gün kadar ve sonra canlı yayınlar yapmaya başladık, o canlı yayınlar epey ilgi gördü ve ev halkı olarak bizi de çok motive etti. Set kurduk, mumlar yaktık. Çarşamba ve cumartesi günleri sahneye çıkıyormuş gibi heyecan yarattık kendimize ve bu da yansıdı instagram hesabından insanlara, çok ilgi gördü. Yaz aylarında normalleşme ile beraber sokakta gördüğüm insanlar teşekkür ettiler, böylesi karanlık bir dönemde umut oldunuz, sofralarımızı kurduk sizinle beraber dediler. Benim için galiba pandemi ile alakalı en değerli kısım uzaktan da olsa müziğin etkisiyle onlara dokunabilmiş olmak. Bunu görmek çok değerliydi. Ara sıra hala yapıyorum. Sahneden uzak kaldık, gönlüm yaralı ama bir bakıma tedavisini bulmuş olduk. Tabi bunun dışında mutfakta hünerlerimizi sergiledik, hamurla tanıştım, simit, pizza, lahmacun ekmek yaptık ve hala ekmek yapıyorum. Evde spor yapmayı denedik, bütün orkestra arkadaşlarımla herkes kendi evinde benim 3. Albümümde yer alan “Hele Bir Sabah Olsun” şarkısını farklı yorumla çaldılar, videolarını çekip gönderdiler. Oğlum Ardahan onları birleştirdi, klip yaptı bende ses montajını ve mixini yaptım. Böylece bir pandemi şarkısı çıkarmış olduk. Şarkı youtube kanalımda bir pandemi şarkısı olarak tarihe yazıldı. Nisan ayında “Mesela” single’ını çıkardık, o da Ada Müzikten çıktı, yani pandemide epey üretkendim diyebilirim.

Canlı yayınlar yaparak buluştunuz seyircilerinizle, sosyal medyayı iyi kullanıyorsunuz var mı nu konuda bir yardımcınız?

Açıkçası sosyal medyada çok başarılı değilim yer yer kullanıyorum, yer yer unutuyorum, ben unutunca menajerim Gökhan ve Berfi PAŞAKAN sosyal medyama el atıyorlar, tabi sevgili eşim Çiçek bir sosyal medya fenomenine dönüştüğü için o da beni dürtüklüyor arada. Teknik olarak bir sıkıntım yok canlı yayınlar yapmak ve doğru ışık ve sesle yayınlanmasını sağlamak bildiğim şeyler. Ama işin editörlüğünü yapmak başka bir şey ve bunu Çiçek ver menajerlerim bunu çok iyi yapıyor. Bu yüzden mümkün olduğu kadar onlara bırakmaya çalışıyorum.

Son olarak sevenlerinize iletmek istediğiniz bir mesajınız var mı?

Dinleyicilerim benim kariyerimin başından beri en kıymetlilerim oldu ne desem ne kadar teşekkür etsem az. Çünkü yine böyle zor zamanlarda uzaktan uzağa da olsa o kadar iyi biliyorum ki orada olduklarını, o kadar iyi hissediyorum ki ben ne zaman o sahneye adım atsam koşa koşa geri gelineceğini ve orada buluşacağımızı çok iyi biliyorum. Onun için bunca yıllık destek, bunca yıllık sadakat ve paylaşım nedeniyle çok teşekkür ediyorum. Her zaman üretmeye devam edeceğim, her zaman dahi iyisini aramaya devam edeceğim ve bunu altını çizerek söylüyorum her zaman nefes nefese duygularımı paylaşmaya devam edeceğim.  Tüm dinleyenlerime teşekkür ediyorum. Röportaj için de teşekkürler, sevgiler.

Röportaj: Mustafa Genç

Bunları da beğenebilirsin